Son zamanlarda YouTube’da dikkatimi çeken bir şey var. İtalya’dan Amerika’dan YouTube’ırlar bizim şarkılara tepki verdikleri videoları yayınlıyorlar. Bu insanların bir kısmı Türkiye’de yaşamamış, hatta öncesinde Türkiye diye bir ülkenin varlığının bile farkında değiller. Bu tepki videolarının altı binlerce Türk vatandaşının yorumu ile doluyor. Daha önce izlenmedikleri kadar izlenip beğeni alıyorlar. Ve bunu daimi hale getirdikleri gibi sadece şarkılara değil Türkiye ile ilgili her türlü içeriğe tepki videoları çekmeye başladılar. Ve bu tarz YouTube’ırların sayısı da giderek artıyor. Bir bakmanızı tavsiye ederim. Merak ettim baktım Hint’lilere yönelik bu şekilde içerik üretenler bar. Başka da bir millet dikkatimi çekmedi.
Bizim toplumumuzda nereden bulaştığını anlamadığım bir eziklik var (kendimi hariç tutuyormuş gibi yazıp ahkam kesme niyetimde değilim, ben de aynı toplumun bir parçasıyım).
Elin İtalyanı Türk şarkısı dinliyor/ona ilişkin video çekiyor diye hemen oraya toplaşıyoruz. Neden? Egomuz bu kadar mı muhtaç farkedilmeye. Neden bu eziklik?
O içeriğe (bu örnekte bahsettiğim YouTube videoları) verdiğimiz önem direkt içeriğin kendisi ile değil bizim egomuzla alakalı. Ve kabul gördüğümüz ortaya çıkınca bir anda o mecradan kopuş gerçekleşiyor. Hatta tu kaka etmeye başlıyoruz.
Woody Allen’ın Maç sayısı filminde şöyle bir repliği vardı; “beni alacak hiç bir sosyal kulübe ben girmem zaten”.
Buradan nereye geleceğim
Obradoviç meselesi gösterdi ki bizde sürdürülebilir bir başarı olamaz. Obradoviç bizim için ulaşılması zor bir hedefti. Geldiği sezonu hatırlıyorum rüya gibiydi bulutların üzerindeydik. Ama bir taraftan da acaba Efes’in başına geçen Ivkoviç’i mi alsaydık diye iç geçirenler vardı (komşunun tavuğu).
Sonra başarı gecikince, tökezlemezler olunca hemen eleştirilmeye başlandı. Bir sene önce gelsin diye dua edenler adamın tüm kariyerine ve parkede gösterdiği inanılmaz hırsa rağmen “gitsin” demeye başladılar. Sonra Barselona ilk F4. Tepkiler azaldı... sonra Berlin faciası... Yine homurdanmalar. Şampiyon olduğumuz sezon Baskonia’yadan 40 fark yediğimiz maçtan sonra bir kısım taraftara kalsa takımdan gönderilmeliydi mesela. O sezon şampiyon oldu. Ama adamın çilesi o zaman bile bitmedi. Bu sefer Pana’da şu kadar şampiyon olmuştu bizde neden bu kadar az diyenler çıktı ortaya...
Şuna bakan çok olmadı mesela; ya bu adamın prestiji, sahada duruşu, sadece sahada değil şubenin her yerindeki liderliği bizi getirdiği nokta asıl sürdürülmesi gereken şeylerdi....
Sonuçta bizi içine alan sosyal kulübe burun kıvırmaya başladık. Ali Koç zahmet edip ya bu adamı ne edip yapıp şubenin başında tutmalıyım demedi. Başarı hedefine yakın kalmak için birlikte devam edilmesi gerekiyordu. 20 milyon’luk bütçeye hayır mı diyecekti? Mesele bu değildi zaten.
Tabii tüm bu süreci Obradoviç’in gözlemlemediğini düşünemeyiz. Bir anda verilmiş bir karar değildi muhtemelen.
Sürdürülebilir bir başarı bu topraklarda çok zor. Genlerimiz buna engel. Beğenmemezcilik, aşağılamacılık...
Sevdiği kızı ayarlamak için binbir takla atan elde edince de beğenmeyip bir başkasının peşinden koşmaya başlayan ergen çocuklar gibiyiz.
Sözün özü; değil Obradoviç aklı başında hiç bir başarılı insan bir daha aynı sürecin içine kendini sokmaz.
Profesyonel bir iş de olsa bu düzeydeki başarılı insanların beklentileri maddi imkanların dışındaki şeyleri de kapsıyor.