Bir süredir yazamıyorum yoğunluktan, maşallah her kaybedilen maç sonrası olduğu gibi gene sayfa sayısı fezaya gitmiş.
Oly maçı özelinde çok fazla bir şey yazmak istemiyorum. Teknik taktik uzun uzun yazılmış. Salonda maçı 40 dakika değil, 2400 saniye gibi yaşamış biri olarak ne kadar üzüldüğümü anlatmam mümkün değil. Bununla birlikte, 3 maç sonunda böylesine havlu atmış bir kısım taraftardan biri olmadığım da aşikar.
Şu ana dek grupta 3-0 yapacak kadar iyi basket oynadık ve savunma yaptık ama toplam 1:30 dakikada 2 mağlubiyet aldık.
Her ne olursa olsun, çoğunu şahıs olarak bildiğim ve burada yazan kişilerin tümünün en az benim kadar basketbol bildiğine ve Fenerbahçe'yi de en az benim kadar sevdiğine kefil olurum. Bununla birlikte sonucun veya sonuçların duygularımızı fazla etkilediğini düşünüyorum. Şu an bu takımın 2 tane temel hedefi vardır:
a. Yıllardır yolunu unuttuğu TOP8e çıkmak
b. Ligde en azından saha avantajını finale taşıyacak pozisyonu almak
Hedef TOP8e çıkmak iken, bunun için henüz 5 içeride 6 dışarıda (Dışarıda olan maçların biri İstanbul Abdi İpekçi'de) maç varken herşey bitmiş ve asla bir şey olmayacakmış gibi konuşmanın adı ne objektifliktir, ne realizmdir ne de dost acı söylerdir. Bunun adı öğrenilmiş çaresizliktir. Özünde sıradan bir spor olan basketboldan aldığınız keyfe karşılık böylesine uç bir olumsuz duyguyu besliyorsanız, sizin hem oyunu hem de hayatın bütününü anlama ve değerlendirme konusunda derin bir zaf'iyetiniz var demektir.
Burada iki sorun vardır:
1. Hiçbirşey olmayacağı kesin olan bir büyük hayal kırıklığı için neden bu kadar zaman (ve hatta para) harcıyorsunuz?
2. Bir ümidiniz var ise -örneğin maçın 38:40 dakikasına kadar Olympiakos'u yeneriz diye ümit ediyorsanız- bu ümidi size bu takım değil de başka bir şey mi veriyor?
Bu sorulara vereceğiniz samimi cevaplar sizin düşünce yapınızı da ortaya koyar. Spor, hayatımızda tanımadığımız insanlarla bireysel düzeyde ilişki kurmamızı sağlar. Bugün hepimizin, Zoricle, Bogdanovicle, Kenanla, Goudelockla, Hickmanla ve diğer oyuncularla ilgili fert düzeyinde fikrimiz var. Biraz zorladık mı karakterlerini bile tahlil edebiliyoruz. Hal böyle iken, bu oyuncular ile kurduğumuz bireysel ilişki bizim onlara dair tüm fikrimizi oluşturuyor. Bu durumda bizim takımdan ümidimizi, takımla kurduğumuz bireysel ilişkinin düzeyi belirliyor. Bizim en büyük hayal kırıklığımız oyuncuların bizlerle aynı duyguları taşımadığını hissetmemizdir. Halbuki onlar her maçın sonunda o günü bitirip ertesi güne başlar. Şu an zannediyor musunuz ki Goudelock Oly maçında kaçan 3lüğü düşünüyor? Hayır, çünkü Goudelock Perşembe günü gene maçın 15.saniyesinde kaldırıp atacak. Ve soktuğu zaman da sevineceğiz.
Sözün özü, birazcık, çok değil birazcık, olan biteni akışına bırakıp, sayfalarca yazıyı, bir şeylerin olmayacağına karşınızdakini ikna etmeye değil, nasıl olurunu tartışmak, bunları yaparken buranın da , oyunun da, biraz olsun tadını çıkarmak zor olmamalı. Sahada olan herşeyi bir neden sonuç kalıbına oturtup sadece haftada 40 dakikasını gördüğümüz bir şey hakkında o 40 dakikanın (veya bir kaç 40 dakikanın) etkisinde kalıp, büyük anlamlar keşfetme çabasına kendimizi kaptırmaya gerek yok. Benden size son bir tavsiye, bu kadar dertliyseniz, çok değil 1 hafta Fenerbahçe basketboluyla ilgilenmeyin. Bakın bakalım kaç gün dayanabiliyorsunuz. Siz ne kadar az sabredebiliyorsanız bu takım da o kadar çok değerli ve güzel
selamlar,
Okan