Bir spor kulübünün basketbol kültürü pek çok unsurdan müteşekkil. Kulüplerin basketbola bakışı, tesisleşme, altyapı ve oyuncu/teknik ekip transfer politikası, taraftarların basketbola olan ilgisi ve salon ortamı, Türk basketbolcusunun yapısı vb… Bu bağlamda, kulübümüzle ilgili olumlu öğeler; yönetimin basketbol şubesine olan olumlu bakışı, devam eden yüksek bütçeli yatırımlar, Fener seyircisinin basketbola olan yüksek rağbeti, rekor kombineler, FB Ülker Arena gibi güzide bir tesis vs… Olumsuz öğeler ise, altyapılardan henüz yankı uyandıracak ve EL de önemli katkılar verecek oyuncular yetişmemesi, yanlış transfer politikaları ve klasik Türk basketbolcu yapısı olarak sayılabilir. Türk basketbolcu yapısından kastım; antrenmandan ve disiplinden pek haz etmeme, kendi gelişimlerine önem vermeme, sistemli, kolektif ve taktiksel oyuna olan düşük yatkınlık, oyun zekâsından ziyade salt yetenek üzerine bina edilmiş bir biçimde oynama arzusu, aşırı duygusal kişilik yapısı, zayıf ya da güçlü takımlara karşı ölçüsüz korkaklık ya da cesaret vb. negatif özellikler... Eğer takımınızda yerli oyuncular ağırlıktaysa, bu negatif basketbolcu yapısı ciddi manada takımın önünü tıkıyor. Mirsad, İbo gibi istisnai figürler az yetişiyor maalesef.
Geçmişe baktığımızda, EL de kulübümüzün 1 play-off dışında başka bir başarısı olmadığı görülüyor. Peki, basketbol kültürüyle ilgili eksikliklere ve mazimizde önemli başarılar bulunmamasına rağmen bundan sonra başarı gelir mi? İlla, üst düzey basketbol kültürü ve başarı geçmişi mi gerekiyor? Bence gerekmiyor ki bunun diğer takım sporlarında da örneklerini görüyorsunuz, mesela Mourinhonun Chelsea si Premier ligde şampiyonluklar ve CL de yarı finaller görürken, Brandt ve Ze’li Fenerbahçe bayan voleybol takımımız da 3 kere üst üste F4 yaptı. Bu takımların da mazilerinde başarı silsilesi yoktu. Ama usta koçlar, kaliteli yabancılar ve bunları destekleyen yüksek bütçe ile başarılar hemen geliverdi. Aynı yaklaşımla, günümüz basketbolunda da gerekmediği düşüncesindeyim. Dediğim şartlarla, başarı daha ilk sezonda bile gelebilir. Başarıdan kastım minimum F8 ve asıl olarak F4 dür. Şampiyonluk ise ayrı bir olay; çünkü F4 de nihayetinde sadece 2 maçla şampiyon olunduğundan burada, takımların kalitesinden ziyade kazanmayı daha fazla isteme, üst düzey konsantrasyon ve mücadele ile oynama gibi unsurlar daha fazla öne çıkıyor, favori gösterilmeseniz de bu işleri yaparsanız kupayı kaldırabiliyorsunuz. Bu açılardan değerlendirirsek; kulübümüz basketbola en fazla harcama yapan organizasyonlardan biri Avrupa’da. Salonları dolduran, kombine rekorları kıran bir taraftarımız var. Avrupanın en kariyerli antrenörü bizde. Yine EL de daha az yerli oyuncu oynama fırsatı bulduğundan Türk basketbolcusunun negatif yapısından minimum derecede etkileniyorsunuz. Yabancı oyuncularımızsa zaten Avrupa’nın önde gelen yıldızları. Eurohoops un yayınladığı Top 100 listesi malum. Dolayısıyla, bu sebeplerden ötürü, başarı beklememek için bir neden yok.
Peki, neden bu kötü gidişat? Cevap, yanlış transfer politikası. Bundan kastım, oyuncuların kalitesizliği değil, oyuncuların hepsi tek tek kaliteli isimler , ama bir arkadaşımızın dediği gibi önemli olan sisteme göre oyuncu transfer etmek ve her pozisyonda yeterli sayıda oyuncu bulunması. İşte bizdeki sıkıntı bu. Peki o zaman ne yapacağız? Ya transfer yapılacak ya da eldeki oyunculara göre bir sistem geliştirilecek ki bu da bazı oyuncuların pozisyonlarının yer değiştirmesi demek. Transfer yapılacaksa, hakkımızı 1 ve savunmacı 3 numara için kullanmaktan yanayım, atletik 5 numara eksiği Vesely ile giderilmeli bence çünkü 4 numarada verimli değil, bu durumda 4 numarada bir boşluk olacak ki İzzet’e az da olsa Bjelica’ya yardımcı olarak görev verilmesi kanaatindeyim. Cornerman yani hem 3 hem de 4 oynayabilen biri alınırsa elbette daha iyi olur ama onun savunmasının da iyi olması şart. Benim de savunmasını ve top kayıplarını çok eleştirdiğim Zoric’in 1 numara transferi ile hücum gücünün artarak yükselen moraliyle savunmasının kalitesinin artması durumuyla da karşılaşabilmemiz mümkün. 2 transfer çok şeyi değiştirebilir, başarı henüz 2. senede de gelebilir. 2 numaralı pozisyondaki şişkinlik, bir yabancı oyuncunun gönderilmesi/takas edilmesi şeklinde de hafifletilebilir. Koçun, rotasyonu iyi ayarlayabilmesi, özellikle Semih, Melih, Kenan ve İzzet'i kısa sürelerle de olsa rotasyona dahil etmesi, adam adama değişmeli savunma sistemini oturtabilmesi, şayet bu sistemin oyuncularca tatbikinde ilerde de ciddi sıkıntılar yaşanacaksa doğru zamanda terkedip alternatif sistemler bulması, oyuncuların görev dağılımlarını netleştirmesi, ilk beş ve benchten gireceklerin kimliklerini daha istikrarlı bir hale getirmesi de önem taşıyor. Bunların hepsi de zaman istiyor. Yani bir yandan takımı, oyuncuları ve koçu iyi ve kötü yönleriyle eleştirirken diğer taraftan da takımın iyiye gidebilmesi ve düzelebilmesi için sabretmek gerekiyor.