Beşiktaşlısı Galatasaraylısı bizden çok daha mutlu.
Hiçbir yerde yoklar. Stres yok.
Biz her yerde kafaya kadar geliyoruz. Orada kopuyoruz.
Kocaman bir kahır, ağızda zehir gibi bir tat.
Yaşam sevinci kalmıyor.
Şu son 10 yılda böyle 30 maç oynadık, 3 tane kazandık mı hatırlamıyorum.
Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon
için söylenmiş olmasaydı; bu atasözü Fenerbahçe'ye
yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin,
çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe.
Seveni öldüresiye (kill for you) sever, nefret edeni
kin kusar; en çok Fener'i yenmek zevk verir, en acı
Fener "yener"; beş atar dört yer. İyi ya da kötü,
hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır
Fenerbahçe. Zaten "Fenerlilik" de bu zıtlıklardan
türer. İyi Fenerbahçe-kötü Fenerbahçe, güçlü
Fenerbahçe-zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener- i..e
Fener, yıldızlar takımı- acıların takımı,
efsane-kestane...
Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak
doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan
sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda
kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin
içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. "Dış
görünüşüyle" yargılanmak en çok Fener'in kaderidir.
Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir
Real Madrid, bir de Bayern München vardır. Oysa
"içeriden" bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz
pembedir. Fener'den öteye hayat yoktur. Hatta başka
bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur.
Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla
Fenerbahçelilere yakışır.
Fener'i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu
vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir: Ondan daha renkli
bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz,
taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten
bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile
ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en
ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: büyükler
içinde en "ağır" yenilgileri o alır, en komik
durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar,
tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik
faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.
Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda
bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz
pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen
başka hiçbir taraftar yoktur (belki bir de GS
taraftarı). Bir önceki sezon Fener'e en ağır
mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon
Fener forması giymesi adettendir (hatırlayınız: İlker,
Oğuz, Aykut, Kemal vd.). Ne de olsa affetmek erdemdir.
Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey
değildir!.. Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı
sokakta görse selam vermez (garibim Erol'un GS maçında
yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın),
ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine
sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar
unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile
vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener. Ama
unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En
başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter
olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından
böyle olması istenir. "Bu maçı unuttuk, önümüzdeki
maçlara bakıyoruz" en çok Fenerlinin ağzına yakışır.
Sinyor Can Bartu'yu da unutur, Şeytan Rıdvan'ı da.
Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay.
"Mazi kalbimde yaradır" ama unutursam geçer. Ali
Şen'in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile
unutur, "Ali Şen Başkan Fener Şampiyon"dur.
Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları
Hüseyin, Selçuk, Şenol'u kimse unutmaz, Aykut hep
"kocaman"dır, Lefter'i anmayana hain gözüyle bakılır.
Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener'e
yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Çetin
Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol
atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü
vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon
kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs.
Türkiye birinci futbol ligi tarihinin en başarılı
takımıdır Fenerbahçe (boşuna kızmayın, Fenerlilere
göre bu böyledir). En çok şampiyon olan iki takımdan
biridir, en çok galibiyet alan takımdır, ezeli
rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak
şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek
önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen
yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş
seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden
baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya)
madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın
en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en
ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon
olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını
kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombom'lu altın
yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret
kalmıştır... Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede
ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin
42-43 senelik tarihinde iki kez arka arkaya
şampiyonluğa sadece iki kez ulaşmıştır. Fenerbahçe
şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek
tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek
vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü
nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık
en çok Fenerbahçe'ye yakışır.
Sarı Lacivert renkler en çok Fenerbahçe'ye gider. Evet
Fener zıtlıkları sever, ama siyah beyazı yutar.
Fenerbahçe'nin Lacivert'i asilliği, Sarı'sı rakiplerin
gıpta ve kıskançlığını simgeler derler (en azından
armadaki renklere verilen anlam bu). Ama Sarı'yla
Lacivert'i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil
Fenerbahçe için sadece ve sadece başarıyı simgeler
(bakınız yine arma). Başarı dindir imandır, tevazu
anlamsızdır, galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler
(ne acı ki) hep azınlıkta kalır. "Tamam şampiyon
olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım" lafı bir
Fenerlinin verebileceği tavizin sınırıdır. Şan,
şöhret, para, pul varken tevazudan bahsetmek ayıptır.
Gündüz gibidir Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş
yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen gözünüzü
kamaştırır... Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle
görür. Sürekli sever, her güzelliği ona atfeder. Her
şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar. Yüreğine gece
karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi
taşar, her şey burasına gelmiştir, yakar yıkar. Kendi
kalecisini döver, kulübü basar, yönetimden hesap
sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası
yarı açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar.
Soğukkanlılığın anlamı yoktur, hatta değil sıcak olan,
kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli
şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon
hepsi onun arkasından bir dolap çevirir. Ama oyuna
gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her
şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa bir oyuna
gelmiştir; bunun hesabı gelecek sezonda sorulur.
Düşünüyorum da, kendisi dışında bir takım olsa Real
Madrid, ülke olsa Brezilya, hakem olsa taraflı olurdu
Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real
Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi
altyapıya Fenerbahçe'ye göre daha çok önem veren,
Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından
biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real
Madrid'le Fener'in ilişkisi biraz abi-kardeş ilişkisi
gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle
içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en
çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da
hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı,
onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı,
onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun
gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız
takımı olmak yani... Ve tabii ki taraflı. Fener'den
hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük
çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle.
Fenerli gelemez öyle şeye. .
Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör
olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kaleci'nin yalnızlığı ve
sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman
Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü'den
yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır
(Schumacher). Rüştü'nün yediği ve kaleciliğine
yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe'de kulüp
olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır
çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki
penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek
az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır.
Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin
uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer.
Fenerbahçe'de herkes gol atmak ister. Takım kötü
giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım
yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci
plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak
ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz.
Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen
kovulur...
Ama en önemlisi haber olsa asparagas olurdu
Fenerbahçe... Attığı her adım, söylediği her söz
haber olur ama yalan haber olur. Bir takımdan bu kadar
haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır.
Fenerbahçe basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır.
Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden kımıldamadığı
haber olur, hatta bundan iki Siyaset Meydanı bir Bizim
Stadyum çıkar. Fenerbahçe kulübü kapansa basındaki
işsizler ordusu ortalığı Arjantin'e çevirir, ama Fener
Brezilya'yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl
ki, asparagas, sırf yalan ve uydurma olduğundan hiçbir
anlamı yoktur, Fener basını da Fener'e hiçbir katkıda
bulunmaz. Zaten hepsi lanet basındır. Fenerbahçe
düşmanıdır.
Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu
dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu
soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir
yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz
abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!).
Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa
her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak,
benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa,
bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü
vardır: Yazı mı, tura mı?
Bağış Erten