muhteşem ötesi bir yazı , okumayan kalmasın lütfen
Spor Sergi’yi hiç görmedim,yani gördüysem de hatırlamıyorum.
Fenerbahçe basketbol takımı ile ilgili aklımdaki ilk sahne 90-91
şampiyonluğu benim. İstanbul, Bursa derken Adana, Isparta ve en sonunda
Antalya’da gelen şampiyonluk. Mübarek final serisi değil, kavimler
göçü. Larry Richard, Hüsnü, Aliço, Hakan, Kemal. Sırf o sene yüzünden hala
Çetin Yılmaz’a toz kondurmam. Çocukluğun travmaları da kahramanları da
unutulmuyor. Levent de var ama onu hatırlamak istemiyorum. Tek yabancı
hakkı, tek kanal, tek yayın ki o da sadece final, haftanın tek günü, tek
basketbol programı. İki olan tek şey spiker sayısı. Lakin orda da
büyük bir sorun var; Murat Murathanoğlu’yla Avni Küpeli’nin yabancı
oyuncu telaffuzları arasında öyle farklar vardı ki ”lan yeni adam mı
aldık” derdim her maç. En azından ben diyordum. Biraz salak bir çocuk
olabilirim belki,bilemiyorum.
Şimdi her maça yayın var. Her maça ayrı yayın yapan, ayrı ayrı paralı
kanallar. Şu faturaya bir 10 lira daha eklemenizi rica
edeceğim, teşekküler. Hepsine ayrı spiker, spikerlerin yanına ayrı
yorumcu, yetmezse stüdyoda ayrı ayrı yorumcular. Kösice’ye bile ”köşişye”
mi ne diyorlar,düşün memleket ne kadar gelişmiş. Bakın samimi
söylüyorum Kösice başkanın haberi yoktur takımın adının öyle telaffuz
edildiğinden.
Yine de güzeldi.
Efes-Ülker hegemonyası başladı sonra. Para orda, koç orda, teknik kadro
orda. Otobüsü dayıyorlar fabrikanın önüne, yüklüyorlar, haydi Abdi
İpekçi’ye. Taraftar da orda yani. Mal olmasına rağmen sırf anası okul
aile birliğinde diye teşekkür alan (takdir alamazlardı), yeni yeni
dikilmeye başlanan sitelerin şorolo çocukları o dönem ”futbolda
Fenerli’yim ama basketbolda Efes’liyim” derlerdi, bilmezsiniz siz
onları. Kafasının arkasına böyle bir kesme tokat atardık onların biz
çırpı bacaklı, naylon Fener şortlu sokak itleri olarak.
Efes alıyor Naumoski’yi, biz alıyoruz Bronx’ta torba tutan papikçiyi.
Adam dün akşam mahallenin köşesinde ”hap var, cigara var, ex var, roche
var” diye bağırıyor, sabah Yeşilköy’de gazetecilere ”her maç 50 sayı
atmazsam suratıma tükürün” diyor. Öyle acayip dönemler. Öyle
adaletsiz sezonlar.
Hayatımda ilk defa 95’te bir basketbol maçına gittim. O
Efes’i, yenilmez Efes’i play-off yarı finalinde 2-0 geriden gelip
yakalamışız, beşinci maç Abdi İpekçi’de. Mahşer yeri gibi salonun
önü, altı yüz bin kişi falan var. Karaborsadan almıştı babam bileti.
Kaderim orda değişti işte, karaborsacılardan hala kurtulabilmiş
değilim. Neyse efendim mevzu dağılmasın. İbo diye bir oğlan
çıkmış, yabancı sayısı üç olmuş, Mitch Smith diye eli yüzü düzgün bir
yabancı almışız, yetmemiş ara transferde Kevin Rankin’i almışız. Adamın
boyu tam 2 metre 12 santim. O dönem bizim için dünyanın en uzun insanı
olan Tamer Oyguç’tan bile uzun, inanabiliyor musunuz? Bir pozisyonda
yerdeyken mola istemişti de ‘herkes n’apıyo lan bu” demişti. Sonradan
alıştık bu tip Amerikan salaklıklarına. İçerde Efes taraftarı da var.
Az ama var yani. ”lan” dedim kendi kendime, ”o çocukların babası da
onlar gibiymiş, gerizekalılık bunlarda ata sporu herhalde”. ”Ayı
Tamer” tezahüratları altında geçen maçta Fenerbahçe, bir sonrakini
oynamasına daha 11 sene olduğunu bilmeden finale çıktı. Finalde
Ülker’e 4-2 kaybettik. Ülker’in koçu Çetin Yılmaz’dı. Çift taraflı
ajanmış ahlaksız

Sonraki sene hafif bi’ hareketlenme başladı. Henry Turner diye bir
adam geldi, Allah’a şirk koşmak gibi olmasın ama Jordan gibiydi. Ayhan
Şahenk’teki bir Galatasaray maçında ayağı kırılmıştı. Kırık derken
böyle boktan bir kırık değil. Adamın bildiğin kaval kemiği kırılmış
lan. Bir bandaj, iki fıs fıs sıktılar, maça devam etti. Önce bir üçlük
attı, sonra da bir blok yapıp maçı aldı. Dallas Comegys diye bir adam
almışlar, elinden ne uçan kurtuluyor ne kaçan. Hem savunma, hem hücum da
canavar. Acayip bir topçu. Zaten o kadar iyiydi ki, Fenerbahçe’nin
yükselmesini istemeyen dış mihraklar adamı vurdu. Vurdu
derken, gerçekten vurdu. Uludağ’da mı ne, bir barda adamın manitasına
asılmış, adam da saydırmış. Karaciğerine mi ne gelmiş, vay efendim
basketbol hayatı bitmiş, bundan sonra pipetle beslenirmiş. Bak yalan
olmasın 6 ay sonra smaç vuruyordu. Öyle insanlıktan nasibini almamış
bir babayiğitti. Maccabi’ye gitti sonra.
Şimdikiler gibi değildi o zamankiler. Güneşten ışık yontarlardı, sert
adamlardı. Gittiler, akşam olmadan ortalık karardı.
Böyle iyi yabancılarla artık şu Efes’i bir tokatlamışızdır diyorsunuz
değil mi? Babayı tokatlamışızdır sayın okuyan. Bu sefer de yerliden
giriyorduk içeri. Misal, Erdal Koşan diye bir oyuncu izledik biz. Onu
izleyen herhangi birine gidip ”izlediğin en kötü oyuncu kimdi diye”
sorun, kesin olarak Erdal diyecektir. Öyle bir efsane,öyle nevi şahsına
münhasır bir insandı. Bir Hapoel maçı var örneğin. İlk maçı İsrail’de
12 sayıyla kaybetmişiz,burda son 30 saniyeye 13 sayı önde girdik.
Rakip guard 20 saniye falan elinde tuttu topu. Sonra iki dripling
yaptı. Hücumun bitmesine 5 saniye var,adam potadan 9 metre falan
uzakta. Erdal gitti taktik faul yaptı. Evet taktik faul. Gitti vurdu
adama. Kendini tribünden aşağı atanlar mı istersin, yanındakinin
kafasını ısıranlar mı? Tribündeydim, hüngür hüngür ağlamıştım. Çok
acayip bir insandı sağolsun. Zaten bir ondan, bir de Naumoski’den
tükendi şu genç ömrüm. Naumoski 28 saniye topu elinde tutar; bu 28
saniyenin 27 saniyesinde formasıyla alnındaki teri siler, sonra da
kaldırır atardı üçlüğü. O gün bugündür topu elinde uzun tutan guarddan
korkarım. Gary Lineker’in çok sevdiğim bir sözü vardır: ”
Basketbol, Naumoski’nin topu 28 saniye elinde tutup, son saniyede
Fener’e üçlük attığı bir oyundur.”
Sonra kadro bozuldu, Afrika kabile reislerinin çocuklarını falan
aldık. Öyle adamlar geldi ki Bronx’un papikçileri yanlarında Drazen
Petrovic kalıyordu. Ama takım harika oynuyordu. Setleri falan görseniz
piyuu. Takımın inanılmaz bir sistemi vardı; topu orta sahaya kadar
getir ve İbo’ya ver. Barış Süer mi istersin, Cömert Küce mi, yoksa Hicri
Güneri mi? Müthiş bir takımdı. Zaten Clyde Drexler’ın bir sözü vardı o
takımla ilgili ”Eğer bu takım karşımıza çıksaydı Dream Team’i bugün
hiç kimse hatırlamıyor olurdu”. O ara Tofaş, İbo’ya 10 milyon mu ne
teklif etti. İbo ”ben gitcem, burda bir bok olacağı yok dedi”, Aziz
Yıldırım ”git de göreyim” dedi. İbo kaldı. Faşo ağa kazandı.
Sonra bir yatırım, bir kalkınma ,bir atak, bir şeyler oldu. Para harcamaya
karar verdik, Nba’de lokavt oldu falan. Rahmetli Conrad’ı, pota düşmanı
Marko Milic’i, radikal islamcı Nba yıldızı Mahmoud Abdul-Rauf’u, Hırvat
uzun Zan Tabak’ı aldık. Hırvat diye bilhasa belirtmemin bir sebebi
var. O gün bugündür Hırvat oyuncu gördüğümde ”eyvah” derim ben. Ayı
oğlu ayı kucağına gelen ribaundu tokatlamıştı da son saniye üçlüğüyle
mağlup olmuştuk Cibona’ya. İbo’ya o an bir silah versen kesin elini
kana bulardı. Zira Avni Küpeli’nin deymiyle “dile kolay tam 43 sayı
atmıştı o maçta sayın seyirciler”.
O takım niye başarılı olamadı diye soracaksınız tabii sevgili gençler?
Koç Halil Üner’di. Lokavt bitti, Nba’ciler evlerine döndü.
Lokmanchuk, Gilmore, Tyson Wheeler falan, komisyon alabileceği ne kadar
adam varsa doldurdu takıma Halil ”the yüzde 5” Üner. Avrupa’da Real
Madrid’e, saha avantajı bizdeyken elendik. Halil en kritik yerde gidip
teknik faul almıştı içerdeki maçta. O an İbo’ya bir silah versen elini
kana bulardı zira sayı atamadan tamamladığı ilk yarının ardından,
ikinci yarıda 30 küsürü bulup, maçı çevirmişti.
Ligde de Tofaş’a çarptık. Aslında çarpmadık, Gilmore davarı son
saniyede iki sayı gerideyken şuta kalktı, faul çaldılar, biz tribünde
sevinçten uzun eşek oynamaya başladık, Gilmore üçte sıfır attı. O an
İbo’ya bir silah versen elini kana bulardı zira önceki maçta,Bursa’da
yine 40 küsür atıp saha avantajını bize getirmişti. Zaten 1-0 geride
başladığımız seri 2-1 oldu bu maçtan sonra. Bursa’da David Rivers
içimizden geçti sağ olsun. Aslında daha ağır tabirler kullanmak
isterdim ama şimdi burada misafirim ben, ayıp olur.
O gün bugündür ne zaman kazandık desem, kafamı çevirdiğimde Halil Üner
maskesiyle bekler hayat.
Yoruldum,devam ederim sonra. Hadi eyvallah
Ragıp Ulaş ALTUN / @rualtun
http://zonebasket.com/bir-taraftar-gozu-ile-fenerbahce-basketbolu-bolum-1/