CSKA mağlubiyeti sonrasında da Oly mağlubiyeti sonrası ziyaretçi olarak burayı okuyordum, forumun yarısı takıma loser diyordu, loser çok ağır ifade değil ama sabır falan yok bizim taraftarlarda 18 yaşındakı da aynı 40 yaşında olan da aynı.
Loser günlük olay değil 2 maçla loser olunmaz, cska ve oly'i gittik deplasmanda yendik winner mi olduk ? Loser winner ayrımını bilmek lazım önce.
Mesela Teodosic'e loser deniyor burda sabaha kadar herkesle tartışırım Teodosic'in loser olmaması üstüne , Teo loser ise Sergio loser'ın allahıdır.
Önemli olan karakter , bogdan vesely gibi savaşçı oyuncuların sayını artırırsak bu günleri daha çok göreceğiz.
Teodosic filan farklı bir konu... Yeri gelince transfer topiğinde tartışılır. Loser ve winner kavramları dediğin gibi sadece sonuca endeksli şeyler değildir. Loser denilen oyuncu normal zamanlarda yapabildiğini ve yetenek olarak yapma potansiyelinde olduğu şeyleri telafisi olmayan noktalarda yapamayan, yapmaktan çekinen, eline yüzün bulaştıran ve bunu alışkanlık haline getirendir. Ve büyük yetenekler için söz konusu bir kavramdır. Hani adam zaten kazma ve yapıp ederi bu; onun loserliği winnerlığı tartışılmaz bile.
Şimdi sen büyük bir yetenek olarak her zaman kolaylıkla yapabildiğin şeyleri sana en lazım olan yerde yapmaktan kaçar ya da kendi oyun tarzının dışında tanınamayacak kadar farklı ve olumsuz işlere soyunursan loser etiketini yersin. Ama sen kazanmak için elinden geleni yaparsın, elini taşın altına koyarsın; son mermine kadar harcarsın, iyi oynasan da kötü oynasan da pes etmezsin ve gemiyi en son kaptanlar terk eder hesabı teslim olmaya yanaşmazsın; kaybetsen bile sana kimse loser diyemez. Çünkü kazanıp kaybetmek sadece takım liderinin loserliği ile sınırlı bir şey değildir. Takım arkadaşların yetersizdir, yanlış bir kadro kurulmuştur veya rakip senden daha iyidir, orda da en az sen kadar winner karakterler olur ve farkı yan parçalar belli eder; vs, vs... Benim aklıma gelen ilk örnekler Reggie Miller ve Charles Barkley'dir. Onların şampiyonluğu yoktur ama kimse karşılarına çıkıp loser diyemez. Hele Reggie Miller'ın adı meşhur belgeselde olduğu gibi "kazanma zamanı" ile özdeşleşmiş ve son toplar bir bira reklamından esinlenerek ona atıfla "The Miller time" olarak anılmıştır. Ama mesela Amiral Robinson'ın iki şampiyonluğu vardır ama benim için winner'lık konusu şüphelidir. Keza aynı şüpheyi LeBron için de hala taşımaya devam ediyorum.
Bir de mesela adam şu seviyede loserdir ama filan seviyede pekala kazanmaya ve kazandırmaya yeter. Bu konuda da aklıma yine NBA efsanelerinden Dominique Wilkins gelir. Sayı krallığına rağmen Dominique NBA kariyerinde konferans finali bile göremedi, hep kaybeden taraflar da yer aldı. Ama kariyerinin sonlarına doğru geldiği Panathinaikos'a 1996 senesinde tarihinin ilk Euroleague şampiyonluğunu yaşattı. Hele final-four'un ilk maçında CSKA'yı tek başına yendi. Finalde de (Paris'teki TRT arşivinin hala ara sıra yayınladığı Barcelona-Panathinaikos 96 finali) tam bir winner oyuncu gibi insiyatif alması gerektiği yerlerde aldı. Bu adam şu seviyenin loseriydi ama bu seviyede pekala 40 yıllık winner gibi durabildi. Demem o ki, hakikaten loser ve winner kavramları üstünde düşünülmeden konuşuluyor. Bunları Sergio ve Teodosic konusundan bağımsız söylüyorum.