1997 finalleri 5. maç... Chicago Bulls - Utah Jazz oynuyor. Seri 2-2. Jordan hasta ve 38 dereceyi geçen ateşi var. Doktorlar oynayamaz diyor. Kimseyi dinlemiyor ve maça çıkıyor. Her molada kenara alınıp alnına havlu filan koyuyorlar ve ateşini kontrol ediyorlar. Maçı 38 veya 39 sayı ile tamamlıyor ve takımına kazandırıyor. Seride 3-2 öne geçiyorlar. Maç bitimi ayakta duracak hali yoktur ve Pippen'ın kollarında sahayı terk ediyor.
Jordan kafayı kazanma hırsıyla bozmuş bir ruh hastasıydı. Kaybetmek onun için ölümün diğer adı gibiymiş. Phill Jackson bundan çok bahseder. "Hastaydı" der. "Onun motivasyona değil, sakinleştirilmeye ihtiyacı vardı" gibi şeyler söyler. Zira hiç kimsenin kimseyi motive edemeyeceği kadar kendiliğinden motive zaten.
Gerçekten etkileyici bir hikaye.
Bir insanın efsane olabilmesi için sadece sportif yeteneği değil, böyle karakteri olursa anlam kazanıyor.
Ben Nba takip etmediğim için bu bölüme fazla uğramıyordum. İyi ki bugün uğramış ve bu hikayeyi öğrenmiş oldum.
Nba denilince aklımda kalan bölük pörçük şeyler var. Onlar da; Kareem Abdul Cabbar (O kel kafası ve gözlüklü hali nasıl hatırlanmaz) Larry Bird (O kadar siyahi oyuncu içerisinde fark edilmesinden dolayı) Karl Malone (Postacı lakabından dolayı) Magic Johnson (1991 yılında Hiv virüsü taşıdığı açıklanması ile basketbolu bırakıp, tekrar dönmesi ve çalkantılı hayatı) Scottie Pippen (Kendisine has yüz şekli ile nedense hafızama kazınmış) son olarak ta Hakeem Olajuwon. Olajuwon kimdir, nasıl oyuncudur, fiziği nasıldır bilmiyorum ama nedense onun ismi de Pippen gibi hafızama kazınmış.
Son dönemde Mehmet Okur, Hidayet ve öncesi ve sonrasındaki Türk oyuncular haricinde Nba denilince aklıma bunlar geliyor.
Edit: Elbette Dennis Rodman. O yeşil ve renkli saçları nasıl unutulur